18 Şubat 2010 Perşembe

Tren

Halıya kolonya döküp, annenin karşısına henüz yakılmamış bir kibritle dikildiğin an yaşadığın ilk anarşist tavrın, zamanla bilinçi ve organize olarak senden taksitle emildiği ilkokul denen ezik robotlar üretim merkezindeki sınıftan atılarak, dışarda koşmaya başlayarak, gri gökyüzünden metaforik yaklaşımlarla açıklamaz şiddette yağan yağmurda ayakkabılarının içine giren suyun yarattığı ürpertiyle beraber ilk defa okuldan kaçıyor olmanın verdiği korku ve orgazmla karşına ilk çıkan öğretmenin seni kolundan tutmaya çalışmasına karşılık kendisin taşaklarına tüm gücünle bir tekme atarak uzaklaştıkça uzaklaşmak, tren yoluna doğru gidip ilk gördüğün buharlı tren’e atlayıp tüm yolculuk boyunca trenden dışarı aptal bir mutlulukla bakarken gördüğün ve kimin yaşadığını hiç bilmediğin sıvasız evleri tek tek saydıktan sonra trende rastgele açtığın bir kompartımanın içinde gördüğün bağırsaklarından koltuklara bağlı sırtlanlardan korkarak kapıyı kapatıp yukarı baktığında pencerenin yanında tavandan sarkan ve çekilmeyi bekleyerek sırıttıkça sırıtan adi imdat koluna uzanacak kadar büyümediğin gerçeğinin bayramlarda sana para olarak dönmesiyle kabul edilebilir bir hal aldığını karşındaki haci şakir sabunu kokulu kondüktöre anlatmak üzereyken, onunda seni hoyratça kolundan tutmaya çalışmasının sana dünya üzerindeki tüm hoyrat büyüklerin taşaklarını patlatmakla ilgili daha profosyonel ve gerçekçi planlar yapman gerektiğini farkettirdiğinde, trenin yemek vagonunda gördüğün smokinli ve sarı dişli ingiliz garsonun seni reverans yaparak oturttuğu kırmızı kadife kaplı yemek masasına atari oynarken izinsiz jeton atan çocuklar gibi izinsiz yanaşan ve köstekli saatine bakıp durarak anksiyete bozukluğu yaşadığını her haliyle belli eden ipne tavşanın yarattığı gerçek dışı hayatın yavaş yavaş daha zevkli gelmeye başlamasıyla ona ısmarladığın oralete damlattığı damlaların masum olmadıklarını, hiç mi hiç rahatlatmadığını, buz pistinde kösele ayakkabıyla yürümeye çalışmak kadar güvenli olduğunu bi şekilde kavradığında, yemekli vagonda çalan cızırtılı fransız gramafonun en altında plağı çevirmesi için zincirlenmiş ufak cücenin yüzündeki bezmişlik ve vazgeçmişlik ifadesini daha fazla görmemek için vagondan kaçarak makinistin olduğu son vagona girdiğinde, o vagonda makinist olmadığını gördüğünde, tren’in kendi kendine gittiğini anladığın an trenden atladığında ve üşüyerek uyandığında; anneni melek gülümsemesiyle sana bakarken bulacaksın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder